TLT - Makale Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Listeleniyor 1 - 8 / 8
Öğe Adli uygulamalarda yeni nesil dizileme teknolojilerinin yeri ve önemi(Turkish Journal of Forensic Science, 2024) Tezcan,Tuğba; Yıldırım, Mukaddes Asena; Özkan-Kotiloğlu, Selin; Akyüzlü, DilekGünümüzde tüm dünyada adli kimliklendirmede otozomal STR (Short Tandem Repeat; Kısa Ardışık Tekrarlar) analizi altın standart olarak kabul edilmektedir ve birçok adli vaka için STR tiplemesi yeterli ayrım gücü sağlamaktadır. Özellikle can kaybının çok olduğu, vücut bütünlüğünün bozulduğu ve DNA örneğinin az ya da karışmış veya parçalanmış olduğu felaket kurbanlarının kimliklendirilmesinde X ve Y kromozomu STR belirteçleri (X-STR ve Y-STR) ve mitokondriyal DNA analizi gibi ilave belirteçlerden de yararlanılmaktadır. Vücut sıvılarının kimliklendirilmesi, monozigotik ikizlerin ayrılması ve ölüm zamanının belirlenmesinde ise DNA metilasyon kalıpları ve miRNA analizleri gibi epigenetik değişiklikler değerlendirilmektedir. Tüm bu adli belirteçlerin yetersiz kaldığı vakalarda son yıllarda Yeni nesil dizileme (YND) teknolojilerinden de yararlanılmaktadır. YND tüm ekzom ya da tüm genomu hızlı bir şekilde dizileyen ve genom hakkında geniş çaplı bilgi edinmemizi sağlayan bir teknolojidir. Adli kimliklendirme ve vücut sıvılarını kimliklendirmenin yanı sıra adli entomolojik çalışmalar, kimerizm tespiti, soy ve fenotipik çıkarım araştırmaları da YND teknolojileri sayesinde hızlı ve güvenilir bir şekilde yapılabilmektedir. Bu derleme YND teknolojilerinin adli kimliklendirme ve diğer adli uygulamalardaki yeri ve önemine odaklanmaktadır.Öğe Which Blood Group is More Anemic: Five Years of Retrospective Experience(Annex Publishers/ Journal of Hematology and Blood Disorders, 2023) Akidağı, ZeynepAim: The relationship between blood groups and diseases has been a subject of interest for many researchers. This study aims to investigate the susceptibility of each blood group to anemia based on the relationship between the erythrocyte indices and the biochemical parameters used to diagnose anemia. Materials and Methods: This is a retrospective study in which blood groups, according to the ABO grouping system, were examined in 1162 male individuals aged 18-65 within five years from 2018 to 2022. They were categorized as anemic or healthy based on their hemoglobin concentrations. Individuals with a hemoglobin (HGB) value below 12 g/dL were considered anemic. Findings: Erythrocyte indices, including HGB (Hemoglobin), RBC (Red Blood Cells), HCT (Hematocrit), MCV (Mean Corpuscular Volume), MCH (Mean Corpuscular Hemoglobin), MCHC (Mean Corpuscular Hemoglobin Concentration), and parameters related to anemia such as iron, total iron-binding capacity (TIBC), vitamin B12, and ferritin were statistically analyzed. Among 1162 male individuals, 2% (n=23) were found to be anemic. The most common blood group among the 1162 male individuals was A Rh (+) with 41% (n=465), followed by O Rh (+) with 26% (n=296), while the least common blood group was AB Rh (-) with 0.5% (n=6). The average HGB value of anemic individuals was 10.4 g/dL, and the average iron value was 70.6 ?g/dL. Among the blood groups, the blood group with the lowest HGB and iron values was A Rh (-). When comparing the blood groups and erythrocyte indices of anemic and healthy individuals, significant differences were found between the two groups (p<0.001), except for the MCHC parameter, where there was no significant difference (p=0.565). A significant difference was found in iron levels when comparing the blood groups and biochemical parameters of anemic and healthy individuals. Still, no significant differences were observed in TIBC (p=0.885), ferritin (p=0.318), and vitamin B12 (p=0.108). Conclusion: In light of the study findings, it can be concluded that the parameters MCHC, ferritin, TIBC, and vitamin B12 are not as crucial as iron and HGB in diagnosing anemia, and the blood group most susceptible to anemia is A Rh (-).Öğe Nevşehir ilindeki hemodiyaliz hastalarında nazal metisilin dirençli Staphylococcus aureus ve koagülaz negatif stafilokok taşıyıcılığının çeşitli yöntemlerle araştırılması(ANKEM dergisi, 2022) Özmen, Pelin; Polat, Mehmet; Yalap,Rukiye; Tezcan, TuğbaHemodiyaliz hastalarında enfeksiyon, morbidite ve mortaliteyi etkileyen önemli faktörlerdendir. Diyalize giriş yolu, sık hospitalizasyon ve sağlık personeli ile temas enfeksiyon riskini artırmaktadır. Nazal Staphylococcus aureus ve diğer stafilokoklar, taşıyıcı hasta ve personel aracılığıyla vasküler giriş yolu enfeksiyonlarına neden olabilmektedirler. Bu çalışmada, hemodiyaliz hastalarında ve personelinde nazal S. aureus ve koagülaz negatif Staphylococcus (KNS) taşıyıcılığı tespit edilerek, izolatlarda metisilin direnci çeşitli yöntemlerle araştırılmıştır. Bu sayede, nozokomiyal enfeksiyon riskinin değerlendirilmesine katkıda bulunulması amaçlanmıştır. Çalışmaya Kasım 2019- Mart 2020 tarihleri arasında Nevşehir Devlet Hastanesi, H. Mustafa ve Türkan Öbekli Diyaliz Merkezi’nde tedavi alan 41'i kadın 52'si erkek 93 hemodiyaliz hastası ile 15 diyaliz personeli dahil edilmiştir. Aydınlatılmış onam formu imzalatıldıktan sonra nazal sürüntü örnekleri alınmıştır. Örneklerden izole edilen stafilokoklardaki metisilin direnci, Kirby-Bauer disk difüzyon yöntemi, PBP-2a lateks aglütinasyon (LA) testi ve gerçek zamanlı polimeraz zincir tepkimesi (RT-PCR) ile incelenmiştir. Hasta örneklerinin (n=93) 18’inde (%19.3) S. aureus, 11’inde (%11.8) KNS; personel örneklerinin (n=15) üçünde KNS (%20.0) ve birinde (%6.6) S. aureus izole edilmiştir. Disk difüzyon yöntemiyle hastalardan elde edilen S. aureus izolatlarından sadece birinin metisiline dirençli (%1), geri kalanının (%18.2) ve tüm KNS’lerin (%11.8) metisiline duyarlı olduğu saptanmıştır. Personel örneklerindeki KNS’lerin (%20.0) tümü metisiline duyarlı iken, izole edilen tek S. aureus dirençli bulunmuştur (%6.6). Tüm S. aureus izolatlarına (n=19), PBP-2a LA ve RT-PCR yapılmış; disk difüzyon ile metisilin dirençli S. aureus olarak tanımlanan iki izolatta da LA testi ve mecA geni pozitif bulunmuştur. Sonuç olarak, hemodiyaliz ünitelerindeki enfeksiyonların kontrolü için, portör taramalarının düzenli olarak yapılması gerekmektedir. İzole edilen mikroorganizmaların direnç profillerini saptayacak alternatif yöntemler, sağlık kuruluşunun ihtiyaçlarına ve donanımına göre tercih edilebilir.Öğe Expression profiles of PTEN and POGZ genes in patients with autism.(Acta Medica Alanya, 2022) Tezcan, Tuğba; Şener, Elif Funda; Demirci, Esra; Şahin,Nilfer; Hamurcu, Zuhal; Öztop, Didem BehiceAmaç: Otizm spektrum bozukluğu (OSB), karmaşık davranışsal fenotiplerle karakterize, heterojen bir grup nörogelişimsel bozukluktur. Uzun yıllar boyunca yapılan kapsamlı çalışmalara rağmen, OSB'nin nedenleri hala bilinmemektedir. PTEN ve POGZ genleri, OSB fenotipinden sorumlu olabilecek aday genler olarak gösterilmiştir. Otistik hastalarda PTEN ve POGZ genlerinin ekspresyon düzeylerini araştırmayı amaçladık. Yöntem: OSB tanılı 50 hastada ve yaş-cinsiyet uyumlu 50 sağlıklı kontrolde PTEN ve POGZ gen ekspresyonları araştırıldı. Bu çalışma Erciyes Üniversitesi Genom ve Kök Hücre Merkezi'nde (GENKÖK) yapılmıştır. Bulgular: POGZ geninin hastalarda kontrollere göre daha fazla eksprese olduğu ve otistik erkek hastalarda bu genin ekspresyonunun anlamlı olduğu bulundu. PTEN gen ekspresyonu istatistiksel olarak anlamlı değildi ancak hastalarda kontrollere göre daha düşük bulundu. Bu genlerin ekspresyonu ile bilişsel gerilik arasındaki ilişki ise anlamlı değildi. Sonuç: Daha büyük hasta grupları ile diğer olası aday genlerin araştırılmasını ve sonuçların farklı ek klinik belirtilerle hastalarda karşılaştırılmasını önermekteyiz.Öğe The involvement of miRNAs in CYP450 gene expression: A brief review of the literature(Journal of Research Pharmacy, 2022) Tezcan, Tuğba; Özkan-Kotiloğlu, Selin; Kaya-Akyüzlü, DilekDrug biotransformation is a critical process in metabolic elimination of drugs. It occurs mainly in the liver as well as in other tissues such as kidney and small intestine and consists of three stages: Phase I, Phase II and Phase III. Drugs are converted to a more polar and hydrophilic metabolites during Phase I and Phase II, which are excreted by a variety of membrane transporters such as P-glycoprotein and Multidrug Resistance Protein 1 in Phase III. Cytochrome P450 enzyme isoforms achieve 80% of Phase I metabolism. It is well described that there is inter-individual drug response variability such as adverse drug reactions or reduced drug efficacy and that genetic variation within the sequence of biotransformation-related genes affects these different therapeutic outcomes observed between individuals. However, genetic factors cannot completely explain inter-individual differences. Recent studies have shown that epigenetic factors such as histone modification, DNA methylation and non-coding miRNAs heavily influence drug biotransformation through post-transcriptional regulation of metabolism gene expression. It is important to understand the causes of alterations in drug metabolism since varied biotransformation may lead to adverse drug effects or a loss of efficacy. Therefore, in this review, the effects of miRNAs in CYP450 gene expression will be discussed briefly in the light of recent studies.Öğe Adli Tıpta Radyolojinin Öneminin Araştırılması(Polis Akademisi, 2020) Tezcan, TuğbaRadyoloji modern tıbbın en önemli branşlarından biridir. Post-mortem görüntüleme, radyoloji ve adli tıp arasında bir köprü kurulmasına neden olmuştur. Adli radyoloji, adli bilimler içerisinde yeni bir alandır. Çocuk istismarı, ateşli silah yaralanmaları, biyolojik yaş tayini, dental inceleme ya da kimliklendirme gibi adli çalışmalarda radyolojik verilerden yararlanılmaktadır. Geleneksel otopsinin yerini alacağı ya da tamamlayıcısı olacağı tartışma konusu olan radyolojik metodlar, adli araştırmalarda önemli bir rol oynayabilir. Bu çalışmanın amacı adli tıpta görüntüleme tekniklerinin önemini araştırmaktır. Bu çalışmada literatür tarama yöntemi kullanılmıştır. Yapılan araştırmalara ulaşmak için PubMed, Google Scholar ve Ulakbim veri tabanları taranmıştır. Tarama yapılırken ‘’adli radyoloji’’, ‘’postmortem görüntüleme’’, ‘’virtopsi’’ ve ‘’adli diş hekimliği’’ anahtar sözcükleri Türkçe ve İngilizce olarak kullanılmıştır. Yapılan araştırma sonucunda 54 çalışmanın dahil edilme kriterlerine uygun olduğu belirlenmiştir. Yapılan literatür incelemesine göre, adli bilimlerde görüntüleme tekniklerinin kullanımı ve gelişmesinin son beş yılda arttığı görülmüştür. Bugün sıklıkla başvurulan post-mortem görüntüleme teknolojilerinin bilgisayarlı tomografi (BT), manyetik rezonans (MR) ve üç boyutlu görüntüleme (3D) olduğu tespit edilmiştir. Ancak belirtilen görüntüleme tekniklerinin pahalı olması, uygulamalarındaki sınırlamalar ve sonuçlarının değerlendirilmesi için deneyimli radyoloğa ihtiyaç duyulması gibi nedenlerden dolayı adli çalışmalarda çok fazla kullanılamadığı tespit edilmiştir. Radyolojik yöntemlerin adli tıp uygulamaları açısından yeri ve öneminin uzun bir süre daha tartışılmaya devam edeceği ve buna bağlı olarak geliştirilecek görüntüleme teknolojilerinin adli incelemelere önemli katkılar sağlayacağı düşünülmektedir.Öğe Diagnostic Modalities Based on Flow Cytometry forChronic Granulomatous Disease: A MulticenterStudy in a Well-Defined Cohort(2020) Barış, Hatice Ezgi; Öğülür, İsmail; Akcam, Bengü; Kıykım, Ayça; Karagöz, Dilek; Saraymen, Berkay; Akgün, Gamze; Bilgiç Ertan, Sevgi; Aydemir, Sezin; Akidağı, Zeynep; Bentli, Esma; Nain,Ercan; Kasap, Nurhan; Başer, Dilek; Altıntaş Derya, Ufuk; Camcıoğlu, Yıldız; Yeşil, Gözde; Özen, Ahmet; Köker, Mustafa Yavuz; Karakoç Aydıner, Elif; Barış, SafaBackground: Chronic granulomatous disease (CGD) is characterized by defective microbial killing due to mutations affecting subunits of thenicotinamide adenine dinucleotide phosphate (NADPH) oxidase complex. Definitive genetic identificationof disease subtypes may be delayed or notreadily available. Objective: We sought to investigate the role of intracellular staining of NADPH oxidase enzyme subunits in predicting the respective genetic defectsin CGD patients and carriers. Methods: Thirty-fourgenetically inherited CGD patients, including twelve patients with X-linked CGD (gp91phoxdeficiency due to CYBB mutations) and 22 patients with autosomal recessive CGD (p22phox, p47phox and p67phoxdeficiency due toCYBA, NCF1 and NCF2mutations, respectively)were recruited from different immunology centers and followed up prospectively.Dihydrorhodamine (DHR) testingand NADPH oxidase subunit expression in white blood cells were determined by flow cytometry. Results:gp91phoxand p22phoxdefects, which result in simultaneous loss of both proteins due to their complex formation, were only differentiated by comparative analysis ofpatients’and mothers’ intracellular staining. p47phox and p67phox protein expression was almost undetectable in patients compared to carrier mothers and healthy controls. The expression values of the respective subunits were found to be significantly higherin all controlsas compared to carrier mothers, which in turn were higher than those of patients. Conclusion: Analysis of NADPH oxidase enzyme subunits byflow cytometry in patients and carriers is useful in the rapid predictionof the genetic defect of patients with CGD,thus guiding targeted sequencing and aiding in their early diagnosis.Öğe ADRİAMİSİNİN OLUŞTURDUĞU TESTİS HASARI ÜZERİNE E VİTAMİNİ VE SELENYUM’UN KORUYUCU ETKİSİNİN İNCELENMESİ(DergiPark, 2021) Ünal, Mehmet AlparslanAdriamisin, kanser tedavisinde yaygın olarak kullanılan bir kemoterapi ilacıdır. Adriamisin kanser hücreleri yanında testis dahil birçok dokuda zararlı etki göstermektedir. Selenyum ve Vitamin E üreme organları ve kısırlık üzerine koruyucu özelliklere sahiptirler. Bu çalışmanın amacı, Adriamisin ile indüklenen testis hasarına karşı E vitamini ve Selenyumun koruyucu etkisini araştırmaktır. Çalışmada 64 erkek sıçan her grupta 8 adet olacak şekilde; Kontrol, Adriamisin, Vitamin E, Selenyum, Vitamin E+Selenyum, Adriamisin+Vitamin E, Adriamisin+Selenyum, Adriamisin+VitaminE+Selenyum gruplarına ayrıldı. Testis dokuları eksize edildi ve %10’lukformaldehit içinde fikse edilerek rutin histolojik doku takibi basamaklarından geçirilerek parafin bloklara gömüldü. 5µm kalınlığındaki kesitler alınarak histopatolojik değerlendirme için Hematoksilen&Eozin ile boyanarak ışık mikroskobunda incelendi. Seminifer tübüllerdeki hasar JTBS ile belirlendi. Biyokimyasal yöntemlerle, Malondealdehit, Süperoksit Dismutaz, Katalaz ve Glutatyon Peroksidaz aktivitelerine bakıldı. Daha sonra kandaki serum örneklerinden testesteron seviyeleri ölçümlendi. TUNEL yöntemiyle apoptotik hücrelerin sayımı yapıldı. Sonuç olarak, dokular histopatolojik olarak değerlendirildiğinde diğer gruplardan farklı olarak ADR grubuna ait testis dokusunda düzensizlikler gözlendi. TUNEL yöntemi sonuçlarına göre ADR grubunda TUNEL pozitif hücre sayısı diğer gruplarla kıyaslandığında artış tespit edilmiştir (p=0.001). Testis dokusundaki MDA (p=0.593), CAT (p=0.469), GPx (p=0.655) ve SOD (p=0.907) değerleri kıyaslandığında ise gruplar arasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır. Testosteron düzeyleri, ADR uygulanan tüm gruplarda daha düşük bulunmuştur. Bu bağlamda gruplar arasında testosteron düzeyleri açısından anlamlı fark ortaya çıkmıştır (p=0.001). Adriamisin uygulanması sıçan testis dokularında hasar oluşturmuştur. Vitamin E ve Selenyum tedavisinin testis dokularında kısmen düzeltici etkiye sahip olduğunu kanıtlamıştır.